Facebok Sayfamızı Beğenir misiniz?

Search

Zaman savurganlığı ve maliyeti

 

Son kırk yıldaki ekonomik tarihimize bakınca gördüğümüz bir özelliğimiz var: İhtiyaç duyulan politikalar ve reformlar konusunda zamanı savurganca harcıyor, hareketsizliği tercih ediyor ve ümitlerin kaybolmasına ramak kala kısa bir süre içinde hızlandırılmış kararlarla oluşan krizden kurtulmayı ya da derinleşmesinden kaçınmayı başarıyoruz. Ancak gecikmenin maliyeti, uzun vadeli performansımızın mütevazi kalmasına yol açan bir yük bindiriyor sırtımıza. Tabir caizse ne tam dibe vurup devre dışı kalıyoruz, ne de kapsamlı bir dönüşümü becerip geleceğe güvenle bakabiliyoruz. Bunun ne kadar iyi olduğu tartışmalı ama bir realite ve biz de bu realite ile yaşamayı kanıksamış gibiyiz. Son on yılda, sağlanan siyasal istikrar ve geçmişten alınan dersler sayesinde başta mali disiplin ve yapısal reform taahhüdü gibi politikaların sürekliliği ile bu alışkanlığımızı kıracağımıza dair ümitlenmedik değil, fakat bu defa da küresel çalkantıların katkısıyla aynı yörüngede devam ediyoruz.

AB’deki belirsizlik farklı

İlginç olan, bu defa gelişmiş batı dünyasının da, hem de teknoloji ile birlikte en büyük üstünlük kaynaklarından biri olan finans sitemindeki büyük sistemik fiyasko nedeniyle, bizim bu kronik alışkanlığımıza yakalanmış bir görünüm vermeye başlaması. Özellikle AB’ndeki dağınık karar süreci, belirsizliklerin son ana kadar devam etmesine ve bunun, AB ekonomisinin büyüklüğü nedeniyle, başta bizim gibi yakın çevre ekonomileri olmak üzere bütün dünyayı etkilemesine yol açıyor. Sonunda muhtemelen gereken yapılacak ve AB sisteminin çökmesine izin verilmeyecek, fakat kaybedilen zaman ve yaratılan risk algılaması nedeniyle hem kendisine hem de dünya ekonomisine ciddi ölçüde zarar verilmiş olacak. Üstelik, yine bizim kendi krizlerimizde yaptığımız gibi, geleceği güvenceye alacak köklü politikalar yerine bugünü kurtaracak parasal tedbirler ile yetinilerek…

Fakat öte yandan, ne kadar karmaşık ve yönetilmesi güç olursa olsun, AB’nin geleceğini belirleyecek değişkenlerin türüyle kendi kontrolü altına olduğunu, sonuçta değişik çözüm senaryolarını artısı eksisiyle değerlendirerek vereceği kararın belirsizliği sonlandıracağı unutulmamalı.

Kontrolümüzü arttırmak istiyor muyuz?

Türkiye için ise durum aynı değil. Büyüme dinamiğinin sürdürülmesi ve makroekonomik dengelerin sağlanması büyük ölçüde kontrolümüz dışındaki değişkenlere, özellikle de dış kaynak girişine ve küresel risk iştahına bağlı. Dolayısıyla belirsizlikleri sonlandırmak bizim elimizde değil. Yapabileceğimiz, kısa vadede dış kaynak girişlerinin kalitesini doğrudan yatırımlar ve uzun vadeli borçlanma doğrultusunda geliştirmek, bu arada gelecekte bu bağımlılığı daha makul düzeye indirecek yapısal değişimi hızlandırmaktır. Kaldı ki bunu gerçekleştirmek te yazıldığı kadar kolay sanılmamalı. Bir yandan mali disiplin çıpasını gevşetmeme zorunluluğu, diğer yandan işsizlik ve enflasyon gibi sorunlar, kamu maliyesinde ve para politikasında manevra olanaklarını kısıtlıyor.

Nitekim yetkililerin zaman zaman yaptıkları açıklamalardan da anlaşılacağı gibi istihdam, finans aracılığı ve enerji maliyetleri içindeki vergi yükünün düşürülmesi gereği kabul edilmekte, ancak kamu finansman dengelerini bozmamak için bu yapılamamaktadır. Gider bütçesini karşılayacak alternatif gelir kaynaklarına erişimi sağlayacak, bu arada beyan kaçağını azaltmak ve kayıtlı mükellef sayısını arttırmak amacıyla nominal vergi oranlarının ciddi bir şekilde düşürülmesini göze alacak, fakat aynı zamanda kentsel rantlar ve tarımsal işletmeler gibi vergi dışı alanları da kapsam içine sokacak cesur bir Gelir Vergisi reformuna bir türlü karar verilmemesi kendi hareket alanımızı nasıl kısıtladığımızın tipik bir örneğidir.

Uzun süre sürüncemede bırakıp birdenbire tartışmaya bile zaman bırakmadan tamamladığımız Türk Ticaret Kanunu’nda bile amaçlarımız ile yaptıklarımızın ne kadar tutarlı olduğunu henüz irdelemiş değiliz. Sözgelişi kısa vadede en öncelikli hedeflerimiz arasında yer alan doğrudan yatırımların arttırılmasının, hakim ortak yetkilerini kısıtlayan, internet sitesi kapsamında neredeyse bütün gizli bilgilerin açıklanmasını zorunlu kılan, hissedarlar anlaşmasını ana sözleşmeye yansıtmayı zorlaştıran hükümler ile ne kadar bağdaşacağını sorgulamıyoruz.

Tamam, pek çok şey kontrolümüz dışında ama biz de durumu değiştirmeyi pek istemiyor gibiyiz.

(Dünya, 21.02.2012)

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *